Bilim ve Teknoloji Haftası (TTK. nun 66 sayılı, 30.4.1998
tarihli kararıyla eklenen hafta)
TDK sözlüğünde bilim şöyle tanımlanıyor:
Bilim “Evrenin ya da olayların bir bölümünü konu olarak seçen,
deneysel yöntemlere ve gerçekliğe dayanarak yasalar çıkarmaya
çalışan düzenli bilgi.”
“Genel geçerlik ve kesinlik nitelikleri gösteren yöntemli ve
dizgesel bilgi.”
“Belli bir konuyu bilme isteğinden yola çıkan, belli bir ereğe
yönelen bir bilgi edinme ve yöntemli araştırma süreci.”
Bilim ile uğraşan bir kişinin bu tanımları yeterli bulmayacağını
söylemeye gerek yoktur. Bu nedenle, bilimin eksiksiz bir tanımını
yapmaya kalkışmak yerine, onu açıklamaya çalışmak daha doğru
olacaktır.
İnsan doğaya egemen olmak ister!
Derler ki insanoğlu var oluşundan beri doğayı bilmek, doğaya egemen
olmak istemiştir. Bu nedenle, insan var oluşundan beri doğayla
savaşmaktadır. Son zamanlarda, bu görüşün tersi ortaya atılmıştır:
İnsan doğayla barış içinde yaşama çabası içindedir. Bence bu iki
görüş birbirlerine denktir. Bazı politikacıların dediği gibi,
sürekli barış için, sürekli savaşa hazır olmak gerekir.
Gök gürlemesi, şimşek çakması, ayın ya da güneşin tutulması,
hastalıklar, afetler, vb. doğa olayları bazen onun merakını çekmiş,
bazen onu korkutmuştur.
Öte yandan, bu olgu, insanı, doğadan korkusunu yenmeye ve merakını
gidermeye zorlamıştır. Korkuyu yenebilmenin ya da merakı gidermenin
tek yolunun, onu yaratan doğa olayını bilmek ve ona egemen olmak
olduğunu, insan, önünde sonunda anlamıştır. Peki, insanoğlunun
doğayla giriştiği amansız savaşın tek nedeni bu mudur? Başka bir
deyişle, bilimi yaratan güdü, insanoğlunun gereksinimleri midir?
Elbette korku ve merakın yanında başka nedenler de vardır. İnsanın (toplumun)
egemen olma isteği, beğenilme isteği, daha rahat yaşama isteği,
üstün olma isteği vb. nedenler bilgi üretimini sağlayan başka
etmenler arasında sayılabilir. İnsanın korkusu, merakı ve istekleri
hiç bitmeden sürüp gidecektir. Öyleyse, insanın doğayla savaşı (barışma
çabası) ve dolayısıyla bilgi üretimi de durmaksızın sürecektir.
Bilim neyle uğraşır?
Bilimin asıl uğraşı alanı doğa olaylarıdır. Burada doğa olaylarını
en genel kapsamıyla algılıyoruz. Yalnızca fiziksel olguları değil,
sosyolojik, psikolojik, ekonomik, kültürel vb. bilgi alanlarının
hepsi doğa olaylarıdır. Özetle, insanla ve çevresiyle ilgili olan
her olgu bir doğa olayıdır. İnsanoğlu, bu olguları bilmek ve kendi
yararına yönlendirmek için var oluşundan beri tükenmez bir tutkuyla
ve sabırla uğraşmaktadır.
Başka canlıların yapamadığını varsaydığımız bu işi, insanoğlu
aklıyla yapmaktadır.
Bilimin gücü
Bilim, yüzyıllar süren bilimsel bilgi üretme sürecinde kendi
niteliğini, geleneklerini ve standartlarını koymuştur. Bu süreçte,
çağdaş bilimin dört önemli niteliği oluşmuştur:
Çeşitlilik, süreklilik, yenilik ve ayıklanma.
Çeşitlilik
Bilimsel çalışma hiç kimsenin tekelinde değildir, hiç kimsenin
iznine bağlı değildir. Bilim herkese açıktır. İsteyen her kişi ya da
kurum bilimsel çalışma yapabilir. Dil, din, ırk, ülke tanımaz. Böyle
olduğu için, ilgilendiği konular çeşitlidir; bu konulara sınır
konulamaz. Hatta bu konular sayılamaz, sınıflandırılamaz.
Süreklilik
Bilimsel bilgi üretme süreci hiçbir zaman durmaz. Krallar,
imparatorlar ve hatta dinler yasaklamış olsalar bile, bilgi üretimi
hiç durmamıştır; bundan sonra da durmayacaktır.
Bir evrim süreci içinde her gün yeni bilimsel bilgiler, yeni bilim
alanları ortaya çıkmaktadır. Dolayısıyla, bilime, herhangi bir anda
tekniğin verdiği en iyi imkânlarla gözlenebilen, denenebilen ya da
var olan bilgilere dayalı olarak usavurma kurallarıyla geçerliği
kanıtlanan yeni bilgiler eklenir.
Ayıklanma
Bilimsel bilginin geçerliği ve kesinliği her an, isteyen herkes
tarafından denetlenebilir. Bu denetim sürecinde, yanlış olduğu
anlaşılan bilgiler kendiliğinden ayıklanır; yerine yenisi konulur.
Bu noktada şu soru akla gelecektir. Sürekli yenilenme ve ayıklanma
süreci içinde olan bilimsel bilginin doğruluğu, evrenselliği
savunulabilir mi? Bu sorunun yanıtını verebilmek için, bilimsel
bilginin nasıl üretildiğine bakmamız gerekecektir. Sanıldığının
aksine, bilimsel bilgi üretme yolları çok sayıda değildir; yalnızca
iki yöntem vardır. Bu yöntemler başka bir yazının konusu olacaktır.
BİLİM VE TEKNOLOJİ HAFTASI - TEKNOLOJİ NEDİR?
Aşağıda teknolojinin ne olduğunu tam karşılamaya çalışan
bazı tanımlar yer almaktadır; bazıları bu tanımlamaları özellikle
eğitim açısından ele almaktadır.
1. Teknoloji, insanın bilimi kullanarak doğaya üstünlük kurmak için
tasarladığı rasyonel bir disiplindir. (Simon, 1983, s.173)
2. Teknoloji somut ve deneysel anlamda temel olarak teknik yönden
yeterli küçük bir grubun örgütlü bir hiyerarşi yardımıyla bütünün
geri kalanı (insanlar, olaylar, makineler vb.) üzerinde denetimi
sağlamasıdır. (McDermott, 1981, s.142)
3. Öğretim teknolojileri tarihi konusunda önemli bir isim olan Paul
Saetller teknolojiyi şöyle tanımlamaktadır: "Teknoloji (Latince
texere fiilinden türetilmiştir; örmek, oluşturmak (construct)
anlamına gelir) birçoklarının düşündüğü gibi makine kullanmak
değildir. Teknoloji, bilimin uygulamalı bir sanat dalı haline
dönüşmesidir. Uygulamalı sanat terimi Fransız sosyolog Jackques
Ellul tarafından kullanılmış ve kısaca technique olarak
isimlendirilmiştir. O, teknolojiyi bir technique uyarınca yapılmış
bir makine olarak görmüş ve bu technique'nin ancak küçük bir
bölümünün makine tarafından ifade edilebildiğinden bahsetmiştir.
Belirli bir teknik sayesinde sadece makinenin değil, bu makineye ait
öğretimsel uygulamalarında gerçekleştirilebileceğinden söz etmiştir.
Sonuç olarak davranış bilimi ile öğretim teknolojileri arasındaki
ilişki, doğal bilimlerle mühendislik teknolojisi arasındaki ya da
biyoloji ile sağlık teknolojisi arasındaki ilişkiyle benzer hatta
aynıdır". (Saettler, 1968, ss. 5–6)
4. Ünlü bir eğitim teknoloğu olan James Finn teknolojiyi tanımlarken
şöyle demektedir: "Makine kullanımının yanı sıra teknoloji,
sistemler, işlemler, yönetim ve kontrol mekanizmalarıyla hem
insandan hem de eşyadan kaynaklanan sorunlara, bu sorunların zorluk
derecesine, teknik çözüm olasılıklarına ve ekonomik değerlerine
uygun çözüm üretebilmek için bir bakış açısıdır". (Finn, 1960, s.10)
5. Bilim ve teknolojinin farklılığını belirtmek için ilk nükleer
denizaltıyı yapan ve serbest bir eğitim eleştirmeni olan Amiral
Hyman Rickover şöyle söylüyor: "Bilim ve teknoloji birbirine
karıştırılmamalıdır. Bilim doğadaki görüngülerin (fenomenlerin)
gözlenerek, zaten var olan doğru ve gerçeklerin ortaya çıkarılması
ve bu gözlemler sonucunda elde edilen verilerin düzenlenerek
gerçeklerin ve bunlar arasındaki ilişkilerin ortaya konulduğu
teorilerin oluşturulmasıdır. Teknoloji asla bilim için bir otorite
olamaz. Teknoloji insan aklını ve vücudunu güçlendirmek, üstün
kılmak için geliştirilecek aletler, teknikler ve yöntemler üzerinde
durur. Bilimsel yöntem insan faktörünün tamamen dışlanmasını
gerektirir, şöyle ki; gerçeği arayan kimse, kendinin ya da diğer
insanların hoşlanacağı veya sevmeyeceği şeylerle, popülist
değerlerle ve herhangi bir çıkar uğruna çalışmaz. Diğer yandan
teknoloji fikir (bilim) değil de hareket olduğundan, eğer insani
değerler göz ardı edilirse tamamıyla tehlikeli bir sonuca da yol
açabilir. (Knezevich & Eye, 1970, s.17)
EĞİTİMDE TEKNOLOJİNİN ROLÜ NEDİR?
Eğer teknoloji yukarıda sunulduğu şekli ile algılanırsa,
teknolojinin insan hayatında çok önemli bir yer tuttuğu da
rahatlıkla anlaşılır. Bu nedenle konumuz teknolojiyi kullanmak ya da
kullanmamak değil, insan hayatında teknolojinin nasıl bir yeri ve
konumu olacağıdır. Bu üzerinde birçok değerli kişi ve kuruluşun
çalıştığı önemli bir konu olmuştur.
1. Herbert Simon teknolojiyi insanın kendi yapay iç dünyasıyla dış
çevre (doğa) arasında bir ara-yüz olarak görmektedir.
2. Carnegie Komisyonunun bu konuyla ilgili vardığı sonuç şöyledir: "Teknoloji
öğretimde yardımcı bir rol üstlenmelidir, öğretimin amacı haline
getirilmemelidir. Teknoloji sadece var olduğu için kullanılmaya
çalışılmamalı ya da teknoloji kullanılmadığında çağ dışı
kalınacakmış gibi bir korkuya kapılmamalıdır. Bizler, gelişmiş
teknoloji kullanımının öğretimde doyum ve başarıya ulaşabilmek için
tek başına yeterli olduğuna inanmıyoruz. Birçok ders için dönemde
birkaç saatlik teknoloji desteği yeterli olmaktadır. Bazı dersler
için teknoloji, dönemin yarısından çoğunda kullanılabilir; ama bütün
bir dönemde böylesine bir teknoloji desteğine ihtiyaç duyulabileceği
ders sayısı yok denebilecek kadar azdır (Carnegie Commission On
Higher Education, 1972, s.11).
3. Eğitimi etkileyen teknolojik gelişmeleri tartışan çok fazla yayın,
makale vardır. Bunlar arasında dikkat çekici olanlar aşağıya
çıkarılmıştır.
a) Alfabe, insanoğlunun bilgiyi paylaşması, kaydetmesi ve saklaması
için entelektüel bir araç olmuştur. Kâğıdın icadı ve yazım
araçlarının geliştirilmesi, alfabe yardımıyla yapılan işlemlerin
daha kolay gerçekleştirilebildiği bir süreci başlatmıştır. Kitap,
birçok sayfadan oluşan, değişik tasarımlara sahip, sunmak istediği
bilgiyi sıralı olarak veren bir araç olarak düşünülebilir. Kısaca
kitap, teknik açıdan bakıldığında televizyon gibi, bilgisayar gibi
vermek istediği bilgiden farklı bir yapıya sahip bir araçtır.
Matbaanın icadından sonra kitap yaygınlaşarak hemen herkesin
ulaşabildiği bir araç oldu. Karatahta hem öğrencinin hem de
öğretmenin aynı anda aynı konu üzerinde çalışabilmesine olanak
sağlayan ilk sınıf içi iletişim araçlarından birisidir. Okul otobüsü
öğrencilerin uzak yerlerden öğretim yerlerine taşınması ve
dolayısıyla uygun eğitim ortamının sağlanması açısından bir öğretim
aracı olarak görülebilir (Knezevich & Eye, 1970, ss.19–22).
b) Engler teknolojiyi eğitimin ayrılmaz bir parçası olarak
görmektedir. Şöyle der: "eğer eğitim her yönüyle öğretmen, öğrenci
ve çevre arasındaki bir iletişim ağı olarak görülürse, o zaman
öğretim teknolojisinin bu ilişkileri tanımlamada önemli bir görevi
olduğu anlaşılabilir" (Engler, 1972, s.62).
c) Indiana University'den Robert Heinich öğretmenlerin eğitim
teknolojisine yaklaşımlarını şöyle dile getirmektedir:
"Peter Drucker'in bir makalesinde söyledikleri büyük oranda yanlış
anlaşılmıştır; bu makalede kısaca şöyle denmekteydi: -öğrenme ve
öğretme, yeni yöntemlerden, hayatın başka hiçbir safhasının
etkilenmeyeceği kadar derinden etkilenecektir. İnsanoğlunun en
muhafazakâr olduğu bu eski öğretme sanatında yeni yaklaşımlara,
yöntem ve araçlara ihtiyaç vardır. Bu yeni geliştirilecek yöntemler
sayesinde, öğretmenler beceri ve yeterliliklerini arttırarak daha
etkili olacaklardır. Bu sayede öğretme, henüz araçları ile günümüze
ayak uyduramamış geleneksel bir sanat olsa da, sıradan bir insanın
üstün bir performans sergileyebilmesini olanaklı kılacaktır.- Yanlış
anlaşıldığından bahsettim; çünkü birçok eğitimci bu makaleyi
okuduktan sonra başlarını sallayacak ve kullanılacak araçlar
sayesinde sınıf içerisinde öğrenim başarısının artacağını
düşüneceklerdir. Fakat burada asıl söylenmek istenen, ancak öğretim
teknolojileri kullanıldığında sıradan bir insanın üstün bir
performans gösterebileceğidir; yoksa gelişmiş teknoloji kullanmak
tek başına yeterli olmayacaktır (Heinich, 1970, s.56).
EĞİTİM TEKNOLOJİSİ NEDİR?
Artık eğitim teknolojisinin kökenine ait bazı bilgilere ve eğitimde
nasıl bir rol üstlendiğine dair bir takım fikirlere sahip olduğumuza
göre daha zor bir soruya geçebiliriz: eğitim teknolojisi nedir?
Aşağıda belirtildiği gibi tanımlamaya yönelik girişimler, bu işin
aslında kimin, filin neresine dokunduğuna benzeyen bir olgu olduğunu
göstermektedir.
1. National Academy of Engineering's Instructional Technology
Committee on Education, eğitim teknolojisini şöyle tanımlar: "eğitim
teknolojisi öğretme/öğrenme biliminin sınıf ortamı aracılığıyla
gerçek dünya şartlarına uygulanmasıyla elde edilen bilgiler
bütünüdür. Bu süreç içerisinde geliştirilen her türlü yöntem ve araç
da bu uygulamaya yardım etmek amacını taşır". (Dieuzeide, 1971, s.1)
2. Eğitim teknolojisi, öğretim ilkelerinin uygulanabilmesi için
oluşturulmuş bütün metodolojiler ve tekniklerdir. (Cleary et al.
1976)
3. Eğitim teknolojisi öğrenme sürecini geliştirmek için oluşturulan
her türlü sistemi, tekniği ve yardımı içerir. Böyle bir yapıda şu 4
özellik önemlidir: öğrencinin ulaşması hedeflenen amaçların
tanımlanması; öğrenilecek konunun öğretim ilkelerine göre analiz
edilip, öğrenilmeye uygun şekilde yapılandırılması; konunun
aktarılabilmesi için uygun medyanın seçilip kullanılması; dersin ve
derste kullanılan araçların etkililiğini ve öğrencilerin başarı
durumlarını değerlendirmek için uygun değerlendirme yöntemlerinin
kullanılması. (Collier et al., 1971, s.16)
4. Silverman eğitim teknolojisini iki alt gruba ayırmıştır: göreceli
eğitim teknolojisi (relative educational technology) yöntemler ve
araçlar üzerinde durur; yapısal eğitim teknolojisi (constructive
educational technology) ise öğretiimsel problemlerin analizi,
değerlendirme araçlarını seçme ve geliştirme ve istenilen öğretimsel
çıktıları elde etmek için kullanılacak teknikler ve araçlar üzerinde
durur. (Silverman, 1968, s.3)
5. Eğitim teknolojisi "her türlü öğrenme koşullarında problemlerin
ortaya konmasından, bu problemler için çeşitli (değerlendirme,
yönetim, uygulama) çözümler üretilmesine kadar her aşamada
insanların, yöntem ve fikirlerin, çeşitli araçların ve örgütsel
fikirlerin de içinde bulunduğu karmaşık ve tümleşik bir süreçtir". (AECT
Task Force, 1977, s.64)
ÖĞRETİM TEKNOLOJİSİ (ÖT) NEDİR?
Zaman zaman eğitim teknolojisiyle eş anlamlı olarak kullanılan
öğretim teknolojisi terimi, eğitim teknolojisi tanımı içinde yer
almayan durumlar ve olguları ifade etmek için kullanılmaktadır.
1. Commission on Instructional Technology öğretim teknolojilerini
iki şekilde tanımlamaktadır:
(1) iletişim devrimi ile birlikte şekillenen medyanın, öğretmen,
kitap, yazı tahtası ile beraber öğretimsel amaçlar için kullanılmaya
başlamasıdır.
(2) Belirlenmiş hedefler uyarınca, daha etkili bir öğretim elde
etmek için, öğrenme ve iletişim konusundaki araştırmaların ve ayrıca
insan kaynakları ve diğer kaynakların beraber kullanılmasıyla tüm
öğrenme/öğretme sürecinin sistematik bir yaklaşımla tasarlanması,
uygulanması ve değerlendirilmesidir". (Commission on Instructional
Technology, 1970, s.19)
2. ÖT'nin anlamı üzerinde çalışan David Engler de iki tanım üzerinde
durmuştur: "Birinci ve yaygın bilinen anlamıyla televizyon,
hareketli resimler, kasetler diskler, kitaplar ve yazı tahtası gibi
donanımı ifade eden iletişim araçlarını (medya) anlatır. İkinci ve
daha dikkat çekici anlamı ise davranış biliminin bulgularının
öğretimsel problemlere uygulanması sürecini ifade eden anlamıdır.
Her iki tanımda da ortak olan, öğretim teknolojilerinin bağımsız
değişken (objektif) olmasıdır; örneğin Gutenberg teknolojisi (matbaa)
yardımıyla basılan önemli bir dini eser de herhangi bir eser de aynı
derecede birbirinden farksızdır". (Engler, 1972, s.59)
3. Saettler, "öğretim teknolojilerinin fiziksel kavramlarının, fizik
bilimi ve mühendislik teknolojisinin, (projektörler, kasetler,
televizyon, bilgisayar gibi) grup ya da birey ağırlıklı sunumlar
için öğretim materyali olarak uygulamaları şeklinde anlaşıldığını
belirtmektedir" (s.2). "Diğer yönden bu fiziksel kavramlar şunu da
öngörmektedir: davranış bilimcilerin ortaya koydukları bilimsel
yöntemler eğitim uygulamaları için daha bağlayıcı olmalıdır; bunun
için geniş anlamda psikoloji, antropoloji, sosyoloji ve bu bölümler
içerisinde de öğrenme, grup süreçleri, dilbilgisi, iletişim, yönetim,
sibernetik, algı ve psikometri önem kazanmaktadır. Ayrıca, öğretim
teknolojileri kavramı, mühendislik araştırma ve geliştirmelerini (insan
faktörü mühendisliği ), bazı ekonomi dallarını, öğretim personelinin
ve binaların (öğrenme alanları) etkin biçimde uygulanması
(utilization) amaçlı lojistik bilgisini ve de veri işleyen, bilgiyi
bulup getiren (retrive) bilgisayar tabanlı sistemleri de bünyesinde
barındırmaktadır". (Saettler, 1968, ss.4–5)
4. Öğretim teknolojileri, 'öğrenme nesnelerini'; yani öğrenme ve
öğretme sürecinde yer alacak her türlü materyal ve aracı anlatır. (Armsey
& Dahl, 1973, s.vii)
5. Öğretim teknolojisi, davranış değişikliği ya da başka herhangi
bir öğrenme sonucunu elde etmek için sarfedilen araç, kullanarak ya
da kullanmadan, hali hazırda var olan veya kazanılacak (oluşturulacak)
her türlü çabayı anlatır. (Knezevich & Eye, 1970, s.16)
6. Öğretim teknoloğu bir grup üyesi olarak öğrenme süreci konusunda
uzman olan kişidir. Görevi öğretilecek konunun hedeflerinin
belirlenmesinde, öğrenme stratejileri seçilmesinde ve sonuçların
değerlendirilmesinde öğretim üyesine yardım etmektir. (Carnegie
Commission On Higher Education, 1972, s.71)
7. Commission on Instructional Technology tarafından sunulan bir
özette öğretim teknolojilerinin amacı şöyle belirtilmektedir:
eğitimi daha üretken ve daha bireysel yapmak, daha bilimsel bir
öğretim sağlamak ve herkesin ulaşabildiği, eşitliği öngören, daha
güçlü ve daha hızlı bir öğretime ulaşmak. (Tickton, 1971, s.23)
Çanakkale Savaşı yalnız bizim tarihimizin değil yakın dünya
tarihinin en önemli savaşlarından biridir. Çanakkale Boğazı'nı savaş
gemileriyle zorlayarak aşma, böylece İstanbul'a kavuşma isteği
Avrupa büyük devletlerinin öteden beri özlemidir.
Cephaneliğimize
isabet eden top mermisiyle on bir ton barut havaya uçtu, subay ve
erlerimiz şehit düştü, İngiliz Donanma Komutanı Amiral Carden
Çanakkale önlerinde gösteriler yaptı, düşman denizaltıları boğazı
geçmeye kalktılar.
24 Kasım 1914
günü bir Fransız denizaltısı Boğaz sularında görüldü. bu denizaltıyı
gören topçularımız düşman üstüne ateş yağdırmaya başladı. 2 Aralık
günü İngiliz denizaltısı da bir deneme yaptı. Derinden engelleri
aşarak Boğaz'a girdi. Yediyüzelli metre ilerde bulunan Mesudiye
zırhlısına torpil atarak bu gemimizi batırdı. Zırhlımızda bulunan
subaylardan on'u ve erlerimizden yirmi dördü şehit düştü.
19 Şubat 1915
günü düşman savaş gemileri öğleye kadar uzun menzilli bir
bombardımana girişti. Boğaz'a iyice sokuldular. Tabyalarımız akşama
doğru düşman savaş gemilerine karşılık verdi. Ertuğrul ve Orhaniye
tabyalarından atılan ateş karşısında düşman oldukça bocaladı.
İtilaf
devletleri gemileri diledikleri gibi ilerleyemiyor, amaçlarına
ulaşamıyordu. Lodos fırtınasını başarısızlıklarının nedeni olarak
görüyorlardı. Havalar düzelince yeni saldırılar düzenlendi. Yine
sonuç alınamayınca düşman gemilerine komuta eden Amiral Carden
görevden alındı. Yerine 17 Mart 1915 günü Robeck atandı. Yeni
komutan 18 Mart 1915 günü donanmayla Boğaz'a saldıracağını, yakında
İstanbul'da olacağını Londra'ya bildirdi.
Bu arada
Çanakkale Müstahkem Mevki Komutanı Albay Cevat Çobanlı 17/18 Mart
gecesi boğaz'a mayın hattı döşenmesi emrini verdi. Aldığı emir
gereği Binbaşı Nazmi Bey Nusret Mayın gemisi ile o gece yirmi altı
mayın, Boğaz'a on birinci hat olarak döşendi. Boğaz'daki mayın
sayısı on bir hat olarak 400'ü aşmıştı.
18 Mart 1915:
İngiliz ve Fransız savaş gemilerinden oluşan, o dönemin en büyük
deniz gücü, üç filo olarak sabahleyin Çanakkale Boğazı'na girdi. Bu
donanmanın ilk grubunu oluşturan filoda, İngilizlerin Queen
Elizabeth zırhlısı ile İnflexible, Lord Nelson ve Agamemnon savaş
gemileri bulunuyordu.
İkinci grupta
İngiliz Kalyon Kaptanı komutasında Ocean, İrresistible, Wengeance
Majestic gibi savaş gemileri yer almıştı. Üçüncü filo ise Prince,
Bouvet, Suffren gibi Fransız savaş gemilerinden oluşuyordu.
İngilizler ve
Fransızlar zayıf Türk savunmasını kolayca susturarak Boğaz'ı kolayca
geçebileceklerim umuyorlardı. Bu umut ve güvenle 18 Mart 1915 günü
düşman savaş gemileri şiddetli bir ateşe başladılar. Rumeli
Mecidiyesiyle merkez bataryaları şiddetli bir ateşe tutuldu.
Boğazdaki düşman gemileri Hamidiye istihkamlarına yüklendi. Bunu
gören Dardanos bataryaları ateşi üzerlerine çekmeye çalıştı. Az
sonra, tüm gemiler, Dardanos'a saldırdı. Dardanos tabyamız
saldırılara şiddetle karşı koydu. Bu arada Mesudiye tabyası da ateşe
başlamıştı. Mesudiye üzerine ateş açılınca Hamidiye onun yardımına
koştu. Bu arada kıyı bataryalarımız düşman üstüne ateş yağdırmaya
başladılar. Bunalan düşman kaçmak isterken topçu atışlarıyla
karşılaşıyordu. Düşman gemilerine göz açtırılmıyordu. Karşılıklı bu
korkunç bombardıman bir saat kadar sürdü. Bu karşılıklı bombardımanı
bir yabancı yazar şöyle anlatıyor:
«İnsan manzarayı
gözlerinin önünde canlandırabilir. Kaleler, toz duman bulutları
içinde kaybolmuşlarda Yıkıntıların arasından arada bir alevler
yükseliyordu. Gemiler, çevrelerinde fışkıran sayısız su sütunları
arasında yavaş yavaş hareket ediyorlar, bazen duman ve serpintiler
arasında iyice görünmez oluyorlardı. Tepelerden ateş eden havan
toplarının alevleri görülüyor, ağır toplar yer sarsıntıları gibi
gümbürdüyordu.»
Bombardıman
sırasında Türk tabya ve bataryaları büyük zarar görmüştü. Amiral
Robeck Fransız gemilerini geri çekerek İngiliz savaş gemilerini
ileri sürdü. Tam bu sırada müthiş patlamalar oldu. Bouvet ve Suffren
savaş gemileri mayına çarparak sarsıldılar, manevra kabiliyetini
kaybettiler. Bir gece önce Nusret mayın gemisinin döşediği mayınlar
görevlerini yapmışlardı. Boğazın berrak sulan üzerinde bir dev gibi
yatan Bouvet ve Suffren'e tarihi Hamidiye bataryamızın keskin
nişancıları ateş açtılar. Çanakkale Geçilmez kitabının yazarı Alan
Moorehead olayı şöyle anlatıyor.
«Saat 13.45'de
Suffren'in az gerisindeki Bouvet müthiş bir patlamayla sarsıldı.
Güverteden göğe kesif bir duman yükseldi. Gittikçe hızlanarak yana
yattı, devrilip gözden kayboldu. Olayı görenlerden birinin ifadesine
göre «Bir tabak, suda nasıl kayıp giderse o da öylece kayıp gitti.»
Türk tabyaları,
Boğaz'ı geçmeye çalışan düşman gemilerine durmadan ateş ettiler. Bu
arada düşman Boğazdaki mayınları temizlemek için mayın
tarayıcılarını boğaza soktu. Tabyalarımız mayın tarayıcılarına ateş
açtılar. Açılan ateş yağmur gibi yağmaya başlayınca düşmanlar panik
içinde kaçtılar. Bu arada düşman savaş gemilerinden İnflexible,
İrressitible büyük hasar gördü. Batanlar oldu. Daha sonra Queen
Elisabeth ve Agamemnon yaralandı. İtilaf devletleri Çanakkale
Boğazı'nı denizden aşamadılar. Büyük kayıplar vererek: Çanakkale
Boğazı'nın geçilemeyeceğini öğrendiler.
İtilaf
devletleri Çanakkale Boğazı'nın savaş gemileri ile aşamayınca bu kez
çıkarma yapmayı planladılar. Artık Çanakkale kara savaşları
başlıyordu. Kara savaşında düşmanın nereden çıkarma yapabileceği
tartışıldı. Mustafa Kemal Kabatepe ve Seddülbahir'den, Alman komutan
Von Sanders ise Bolayır ve Anadolu yakasından çıkarma yapılabileceği
görüşündeydi. Alman komutanı Von Sanders'in görüşü ağır bastı, ve
askerler o yöreye yerleştirildi.
Düşman güçleri
25 Nisan 1918 sabahı Mustafa Kemal'in düşündüğü noktadan saldırdı.
19. Tümen Komutanı Mustafa Kemal Kocaçimen'de Conkbayır'da, savaştı.
Cephanesi biten askerlere:
— Süngü tak
emrini verdi. Daha sonra ;
— «Ben size taarruz emretmiyorum. Ölmeyi emrediyorum. Biz ölünceye
kadar geçecek zaman içinde yerimize başka kuvvetler ve başka
komutanlar geçebilir» dedi. Tarihin bu en büyük siper savaşı
başlamıştı. Siperler arası uzaklık sekiz on metre kadardı. Türk
siperlerinden hiçbir asker ayrılmıyordu. Şehit düşenlerin yeri hemen
dolduruluyordu. Her adım başına bir mermi düşüyor; toprak adeta
tüterek kaynıyordu. Düşman dalgalar halinde Conkbayır'a doğru
ilerliyordu. Bu arada Mustafa Kemal, Anafartalar Grup Komutanlığına
atandı. Anafartalar Savaşı'nda düşmanın attığı şarapnel misketi
Mustafa Kemal'in göğsüne isabet etti. Ancak cebindeki saate
çarptığından bir şey olmadı.
Kısa
sürede Türk ordusu her yerde büyük başarılar kazandı.
Düşman şaşkına döndü, bozguna uğradı. Çanakkale kara
savaşlarının en önemli cepheleri; Kumkale, Beşike,
Bolayır, Seddülbahir, Anbumu, Kabatepe, Conkbayırı ve
Anafartalar'dır. 19 - 20 Aralıkta Anafartalar ve
Arıburnu cephesi, 8 - 9 Ocak'ta Seddülbahir düşmanlar
tarafından boşaltıldı. Böylece 1915 baharında parlak
umutlarla karaya ayak basan birleşik düşman ordusu 1916
kışında bozguna uğrayarak çekip gitti. |
|
Çanakkale
savaşlarında 250 binin üzerinde askerimiz şehit düştü. Düşman
kayıpları ise bu rakamın üstündedir.
Çanakkale
savaşlarının unutulmaz kahramanı, Anafartalar Grup Komutanı Mustafa
Kemal'in başarısı ilerde başlayacak Ulusal Kurtuluş Savaşı'mızın
kaynağı oldu.
Bağımsızlığımızı
savunmak, yurt topraklarımızı korumak için yapılan savaşlar
kutsaldır. Çanakkale, Ulusal Kurtuluş Savaşımız kutsal destan
savaşlara birer örnektir.